UBP-DP’nin kararları Anayasa Mahkemesi’ne taşındı

Anayasa’nın 75’inci ve 135’inci maddelerindeki düzenlemeler fon ve/veya vergilerin ancak yasa ile konulabileceğini öngörmektedir. Bakanlar Kurulu bu kararı alırken, bu anayasal zorunluluğu görmezden geldiği gibi, TÜK’e yapılacak olan bu katkıların 32/1992 sayılı Toprak Ürünleri Yasası’nın 10’uncu maddesinde kurumun gelirleri başlığı altında sayılmadığını ve böyle bir katkının bu şekilde yapılmasının Yasa’ya aykırı olduğunu da görmezden gelmiştir.

1. UBP-DP azınlık hükümeti, Meclis’in çalışmaya başlamasına az bir süre kalmış olmasına karşın, son dönemde, art arda çıkardığı yasa gücünde kararnamelerle ve bir bakanlar kurulu kararıyla, ancak yasayla yapılabilecek birtakım düzenlemeleri, Anayasanın aksine, yürütmenin işlemleriyle hayata geçirmeye kalkışmış, Meclis’i devre dışı bırakan, onun yetkisini gasp eden bir tutum içerisine girmiştir.

2. Biliyoruz ki, Anayasa’nın 112’nci maddesine göre, yasa gücünde kararnameler yalnızca “ekonomik konularda, ivedilik varsa çıkarılabilir”.

3. 3. Oysa UBP-DP azınlık hükümeti tarafından çıkarılan yasa gücünde kararnamelerden bir kısmının “ekonomik konularda” olup olmadığının belirlenmesi ciddi bir hukuki tartışmayı gerektirirken, bunların “ivediliği”nin söz konusu olmadığı da son derece açıktır. Meclis’in çalışmaya başlamasına çok az zamanın kaldığı bir dönemde bu yasa gücünde kararnamelerin “ivediliği”nin herhangi bir gerekçeyle açıklanması mümkün değildir.

4. Hal böyleyken bu düzenlemelerin yapılması için Meclis’in çalışmaya başlamasının beklenmemiş olması, Meclis’te bu düzenlemelerin komitelerde, Başsavcılık temsilcilerinin de katılımıyla sağlıklı bir şekilde tartışılmasını ve Meclis’in iradesinin düzenlemelere yansımasını engellemeye yaramıştır ki bu durum hem hukukun üstünlüğü ilkesinin gereği olan kuvvetler ayrılığına hem de yasama organının yetkilerini düzenleyen Anayasa maddelerine açıkça aykırıdır.

5. Özele inerek değerlendirirsek, kamuoyunda “seyrüsefer affı” olarak bilinen yasa gücünde kararname, her şeyden önce, Meclis’in çalışmaya başlamasını bekleyemeyecek kadar ivedi olmadığının açık olması dolayısıyla Anayasa’nın 112’nci maddesine aykırıdır. Ayrıca bu yasa gücünde kararnamede yararlanmak isteyenler için 90 günlük sürenin öngörülmüş olması, fiilen Meclis’in kararnameyi görüşmesinin anlamını ortadan kaldırmakla, yasama organının yetkisini adeta iki kez ihlal etmek sonucunu doğurmaktadır. Bunlara ek olarak bu kararnameyle, daha önce çıkarılan benzeri düzenlemelerden farklı olarak, sadece gecikme zamları değil ana borçlar da affedilmekte, dolayısıyla hem maliye ciddi zarara uğratılmakta, hem de borçlarını daha önce ödeyen yurttaşlara ciddi haksızlık yapılmaktadır, eşitsizlik yaratılmaktadır. Hükümet, bu düzenlemeyle bundan sonrası için yurttaşlara adeta, “borçlarınızı ödemeyin çünkü nasılsa bir gün affedeceğiz” mesajını iletmekte ve maliyenin gelirlerine geleceğe dönük bir zarar da vermektedir.

6. Kayıt dışı çalışmayla ilgili “Muhaceret affı” kararnameleri de her şeyden önce, Meclis’in çalışmaya başlamasını bekleyemeyecek kadar ivedi olmadıklarının açık olması dolayısıyla Anayasa’nın 112’nci maddesine aykırıdır. Buna ek olarak bu düzenlemelerde, geçici affın dışında, adeta affı kalıcı hale getirilen birtakım hükümler getirilmesi de, Anayasa’nın 112’nci maddesi çerçevesinde kabul edilebilir değildir. Böyle bir düzenlemenin ivediliği tamamen açıklanamaz bir şeydir. Kaldı ki bu düzenlemelerin ekonomiyle dolaylı bir ilinti içinde olduğu söylenebilse bile, bu ilintinin Anayasa’da yer alan “ekonomik konularda” ibaresiyle ne kadar örtüştüğü, Anayasa’da istisnai bir yöntem olarak öngörülen yasa gücünde kararnamelerin alanını Anayasa koyucunun öngörüsünün ötesinde genişletip genişletmediği hukuken yorumlanmaya muhtaçtır. Kaldı ki yabancılar ile ilgili hakların yasa ile düzenlenmesi diğer bir Anayasal gerekliliktir.

7. Son olarak Bakanlar Kurulu’nun, Toprak Ürünleri Kurumu’na “katkı” adı altında 109 kalem ithal ürün ve ürün grubuna % 3 fon koymaya ilişkin kararına da değinmek gerekir.

Anayasa’nın 75’inci ve 135’inci maddelerindeki düzenlemeler fon ve/veya vergilerin ancak yasa ile konulabileceğini öngörmektedir. Bakanlar Kurulu bu kararı alırken, bu anayasal zorunluluğu görmezden geldiği gibi, TÜK’e yapılacak olan bu katkıların 32/1992 sayılı Toprak Ürünleri Yasası’nın 10’uncu maddesinde kurumun gelirleri başlığı altında sayılmadığını ve böyle bir katkının bu şekilde yapılmasının Yasa’ya aykırı olduğunu da görmezden gelmiştir.

Ayrıca, alınan bu kararla, elde edilecek gelirin nerede, hangi kalemlerde harcanacağı da belirlenmemiştir. Toprak Ürünleri Kurumu yasa ile kurulmuş bir kamu kurumudur ve hem bütçesi, hem de kesin hesapları Sayıştay denetimine tabidir. Bunlar Meclis’in onayından geçerek yasalaşmaktadır. Kurumun bütçesinde böyle bir gelir kalemi ve karşılığı gider kalemi öngörülmüş değildir. Dolayısıyla bu kararın uygulanması halinde birçok belirsizlik ortaya çıkacak, halkın cebinden çıkacak olan paranın nereye gittiği takip edilemeyecektir. Böyle bir yetkinin ancak Meclis tarafından bir yasa ile çerçevesi çizilerek yürütmeye verilmesi, anayasal şart ve demokratik düzenin gerekliliğidir.

Kaldı ki, Meclis’in ilgili komitesinde onaylanmış olan 2016 yılı TÜK bütçesinde, fon veya katkı payı gelir kalemi yoktur ve bu şartlar altında kesinti yöntemiyle tahsil edilecek miktarların nasıl muhasebeleştirileceği ve hangi amaçlar için harcanacağı da belirsizdir.

Son olarak, kamu maliyesinin % 80’lik en büyük gider kalemi maaş ve maaş benzeri ödenekler olup eşel mobil ile her 6 ayda bir oluşan TÜFE maaşlara yansıtılmaktadır. Fon uygulamasından dolayı TÜFE’ye eklenen ilave oranın maaşlara yansıması, fon kaldırılsa bile kalıcı hale gelecektir. Yani, bundan sonraki TÜFE artışları da fon artışından kaynaklanan ilave artışlı yeni maaşlara eklenecektir. Sadece maaşlarla da kalmayıp herhangi bir kamu çalışanının tüm hizmet yılları dikkate alınarak hesaplanan ikramiye ve kıdem tazminatlarına da yansıyacaktır. Tüm bunları kabul etsek bile özel sektörde çalışan kesimin kamu çalışanı gibi eşel mobilden faydalanmadığını dikkate aldığımız zaman bu uygulamanın seyrüsefer affında olduğu gibi vatandaşlar arasında ayırım içerdiğini söylemek de yanlış olmayacaktır.

Sonuç olarak; Bütün bunlar, yapılan bu düzenlemelerin tümünde hukukun üstünlüğü ilkesinin doğal bir sonucu olan kuvvetler ayrılığının ve yasama organının yetkilerinin ihlal edildiğini, dolayısıyla bunların tümünün Anayasa’ya aykırı olduğunu göstermektedir. Elbette bu konuda herkesi bağlayacak kesin hükmü Anayasa Mahkemesi verecektir. Ana muhalefet partisi olarak CTP’nin görevi, hükümetin yetkilerini kullanırken anayasal sınırlar içerisinde kalmasını sağlamak ve bu sınırların aşıldığına ilişkin kanaatinin oluştuğu durumda, meseleyi son karar mercii olan Anayasa Mahkemesi’ne taşımaktır. Bu davalar bu görev bilinciyle açılmıştır. Elbette Partimiz Yüce Mahkeme’nin bu konuda vereceği her türlü karara saygılı olacaktır.

Cumhuriyetçi Türk Partisi
08.09.2016