ATAD’ın Orams davası ile ilgili kararını değerlendiren CTP-BG Genel Başkanı,…

 ATAD’ın Orams davası ile ilgili kararını değerlendiren CTP-BG Genel Başkanı, Başbakan Ferdi Sabit Soyer, Gün, çözüme odaklanmak BM Parametrelerine dayalı çözümün önemini yeniden öne almak günüdür.

 
 
 
Cumhuriyetçi Türk Partisi Birleşik Güçler (CTP-BG) Genel başkanı Başbakan Ferdi Sabit Soyer, ATAD’ın Orams davası ile ilgili kararı ve kararın ardından gelişen olayları değerlendirerek, çözüme odaklanmanın önemini vurguladı.
 
Soyer konuyla ilgili açıklamasında şu görüşlere yer verdi:
 
“Kıbrıs sorununa bütünlüklü çözüm bulma amacı ile iki lider arasında görüşmelerin sürdüğü bu aşamada, en temel meselemiz olan Kıbrıs sorununun çözüm çabalarında görüşüme sürecinde olumlu unsurlar olmasına karşın,  uzlaşılamayan noktalar olduğu da bir gerçektir. Meselenin bundan sonraki sürecinde uzlaşılamayan noktalarda iki liderin yoğunlaşması ve uzlaşmazlık noktalarını asgariye indirmesi beklenmekteydi. Ama yalnız iki halkı değil,  konu ile ilgili tüm tarafları ve dünya kamuoyunu yakındıran ilgilendiren yeni ve olumsuz önemli gelişmelerle karşı karşıya kalınmıştır.
 
ATAD’ın, Orams davası ile ilgili olarak 
ileriye sürdüğü görüşler, yalnız bu meselede adı geçen Apostolitis ve Orams çiftini ilgilendiren bir konu olma özelliği dışında, doğrudan sorunun çözümü ile ilgilenen tüm tarafları ilgilendiren bir konu olmuştur. Bu olumsuz gelişmeye karşın, meselenin esasına yoğunlaşmakta ve bu olumsuzluğu, çözüm süreci içinde etkisiz kılmakta fayda vardır. Sorumlu herkes buna yoğunlaşmalıdır.
 
Her şeyden evvel şunu vurgulamak gerekir. Gerek Kıbrıs Türk tarafında gerekse Kıbrıs Rum tarafında politika yapımcısı olan tüm ilgili taraflar bir gerçeği kabul etmek zorundadırlar.
 
Bütünlüklü çözümü ilgilendiren tüm unsurlara, görüşme masası dışında çıkış yolu aramak, sonuç itibarı ile kalıcı ve kapsamlı çözüm çabalarına darbe vurmaktan başka bir sonuç doğurmamaktadır. Bu yolu tutanlar, bunda ısrarcı olanlar; Kıbrıs’taki çözümsüzlüğün tarihi sorumlusu olmayı sürdüreceklerdir.
 
Bu yüzden, güneyin politika yapımcıları artık bir gerçeği kabullenmek zorundadırlar. Kıbrıs Rum tarafının sahip olduğu uluslararası avantajları kullanarak, sorunun, masada ele alınıp, tarafların uzlaşma arayacakları konuları, karşılıklı al -ver metodu ile çözme yerine, başka platformlara taşıyarak elde etmeye çalıştıkları her avantaj, özünde hem kuzeyin, hem de güneyin çözümsüzlük güçlerinin değirmenine su taşımaktan başka bir sonuç üretmemektedir.
 
Bunu son olarak ORAMS davası meselesinde gördük.
 
Nitekim Kıbrıs Rum tarafında Sayın Hristofias her ne kadar da ATAD’ın bu kararını değerlendirirken, bu sonucu, güneyin bir  “zafer” havası içinde ele almaması gerektiğini açıklamasına karşın; DİKO, EDEK ve diğer radikal ve federal çözüme karşı olan güneyin tüm statükocu güçlerini aşırı derecede heyecanlandırdığı açıktır. Bunların toplamı artık esas niyetlerini öne almışlardır.
 
Bu da BM parametreleri temelindeki iki kesimli, iki toplumlu federal çözüme karşı histeri derecesinde tepki koymakla şekillenmektedir. Bu durum, Sayın Hristofias’ın 23 Mayıs 2008’ de Cumhurbaşkanımız Sayın Mehmet Ali Talat’la imzaladığı ilke antlaşmalarının temel çerçevesine karşı olan tezlerini, daha da yüksek sesle dile getirmeye başlamışlardır… Bu durum, Sayın Hristofias’ı istemese dahi belli bir siyasi cendereye sokmuştur.
 
Bu durum, aynı şekilde Kıbrıs Türk tarafında da etkisini göstermiştir. Karşılıklı kabul edilebilir, BM parametrelerine dayalı, federal ilkelerde bir çözümün gerçekleşmesine ve Cumhurbaşkanımız Mehmet Ali Talat’ın imzaladığı ilke antlaşmalarına karşı olan, tüm statükocu güçlerin, görüşmelerin kesilmesi, AB ile ilişkilerin dondurulması gibi bağnaz ve çözümsüzlüğü koruyacak talep ve tepkilerinin, yol almasına zemin sağlamıştır. 
 
Bugün, güneyin çözüm olmadan AB üyesi olmasına yol açan geçmiş hatalı siyasetlerin savunucularının, güneyin egemen güçlerinin elde ettiği bu pozisyonunun sorumlularının, şimdi mal bulmuş Mağribi gibi gösterdikleri tepki; ORAMS davası gibi masa dışında yapılan bu çalışmaların, kime ve neye hizmet ettiğinin açık göstergesidir.
 
Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıs sorununun çözüm bekleyen sorunlarından bir tanesi olan mülkiyet meselesini, bireyleri yüz yüze getirecek bir metotla ele alınmasının, yalnızca çözüm çabalarını çıkmaza sokma sonucu doğurması yanı sıra, aynı zamanda Kıbrıslı Türk ve Rum bireyleri bireysel düzeyde çatışma içerisine dahi sokacağını artık görmesi gerekmektedir.
 
Güneyin siyaset yapımcılarının tümü, Kıbrıslı Türklerin ayrılıkçılığa karşı oldukları kadar; Kıbrıs’ın egemenliğini, Kıbrıslı Rumlarla siyasi eşit temelde, federal ilkelerde ortaklaşa paylaşacağı, kendi kesiminde de kendi kendini ortak egemenliğin dışında kalan artık egemenlik zemininde yöneteceği, BM parametreleri temelindeki bir federal çözümün dışında; her türlü hakimiyetçi anlayışa ve kendini üniter bir devletin azınlığı durumuna düşürecek her sonuca, ayrılıkçılığa karşı çıktığı kadar, karşı olduğunu da kavraması gerekmektedir.
 
Kıbrıs Türk tarafında ise artık herkesin, Kıbrıs Türk halkının siyasi, ekonomik, kurumsal,  hukuki ve toplumsal tüm varlığını hem güvenceye kavuşturacak hem de gelişme ve ilerlemeyi sağlıklı kılacak esas unsurun, Kıbrıs sorununu bir an evvel çözüme kavuşturarak, federal ilkelerde, BM Parametreleri zemininde, iki Kurucu Devlete dayanan, tek uluslararası siyasi kimliği olan federal bir ortaklık devletinin siyasi eşit tarafı çerçevesinde çözerek, uluslararası hukuka her şeyimizi bağlamaktan geçtiğini artık tam anlamı ile kavraması gerekmektedir.
Bu ATAD kararı,hakkımızda alınan ikinci önemli karardır. 
 
İlki uzun bir ihmalin sonucu olarak 1994’te alınan ve tüm ekonomimizi son derece olumsuz olarak etkilemeyi bir yere bırakalım, günümüze kadar olumsuzluklarının ağır faturasını hala ödediğimiz ABAD kararı idi.
 
 Bu karardan sonra, bu gün Cumhurbaşkanımız Mehmet Ali Talat’ın derhal müzakereleri kesmesini ve istifasını önerenlerin, yönetimde etkin oldukları o dönemde,  karar sonrası son derece “sert” siyasetler izlenmişti… 
 
Görüşmeler kesilmesi yanı sıra, devletten devlete görüşme zemini önererek, BM parametrelerine dayalı, liderler arası sürdürülen toplumlararası görüşme süreci terk edilmiş. AB süreçlerine sırt dönülmüş. AB Büyükelçisine önce sınırlamalar konmuş, sonra kuzeye geçmesi ile ilgili yasaklar getirilmişti. Konfederasyon temelli siyaset değişikliği gündeme taşınmış, ama sonuçta, ABAD kararı değiştirilemediği gibi, Kıbrıs Türk halkı üzerindeki izolasyonların katmerleşmesi sağlanmıştı.
 
Bu kendi kendimizi içe hapseden, tüm dünya ile kavgalı tutum nedeni ile uluslararası tüm siyaset alanları, güneyin hâkimiyetçi anlayışına terk edilmişti. Bu “sert” siyasetin acı sonucu, güneyin çözüm olmadan AB üyesi olması olmuştur.
 
ABAD kararından sonra yeterli akıl dolu doğru sonuç çıkartılmış olsaydı, güneyin AB’ ye çözüm olmadan üye olması bir yana Kıbrıs sorunu nedeni ile üzerimizde yoğunlaşan siyasi ve ekonomik izolasyonlar bu denli ağır olmazdı. Dolayısı ile bu gün, bu olumsuzluğu aşmak için daha kararlı ve sağlıklı düşünmek durumundayız. Bunun için elimizde çok önemli hususlar vardır.
2004 Referandumundan sonra dünyada oluşturduğumuz ve yara alsa bile Kıbrıs Türk tarafının çözümün istekli tarafı olduğu yerleşmiş kanısı vardır. Ayrıca ORAMS davası ile güneyin avantajlı olduğu görünümüne karşın, mülkiyet meselesinin görüşme sürecinde bütünlüklü çözüm içinde sonuca kavuşacağına dair hala dünyada süren anlayış ve bu konuda hala geçerliliği süren BM Parametrelerinin varlığı. AHİM’ in bir değer olarak kabul ettiği Mal Komisyonunun varlığı. İşte bu temelde baktığımızda günümüzde de dikkate alacağımız siyasi güncel önemli hususlar vardır.
 
Bu noktalardan biri, Türkiye Cumhuriyeti Milli Güvenlik Kurulunun Kıbrıs sorununa bulunacak çözüm sürecinde, Cumhurbaşkanımız Mehmet ALİ Talat’ın sürdürdüğü BM Parametrelerine dayalı müzakereleri desteklediği açıklamasıdır. Bu, Kıbrıs sorununun çözüm sürecinde, Kıbrıs Türk tarafı ile Türkiye’nin ortak samimi tavrını gösteren önemli bir açıklamadır. 
 
Ayrıca tüm dünyaya BM Parametreleri dışına çıkılmaması gerektiğini ifade eden bir açıklamadır.
 
Bu yüzden barışı savunan, tüm toplumsal kesimlere,  güneyin statükocularının esas niyetinin, APOSTOLİTES’in hakkını aramak değil, ama Kıbrıs sorunun çözümünün temeli olan BM Parametrelerini temelsiz kılmak amacı olduğunu göz ardı etmeden, BM parametrelerine dört elle sarılarak, görüşme sürecini desteklemek gerektiği ortaya net olarak çıkmaktadır.
Eğer bu temele 2002 ve 2003 sürecinde sarılmış olsaydık ne Kopenhag ne de Lahey kaybedilirdi.
Bu yüzden, gün, çözüme odaklanmak günüdür. Gün, BM Parametrelerine dayalı çözümün önemini yeniden öne almak günüdür.
 
Diğer önemli nokta ise, ATAD’ın bu kararından sonra, BM Güvenlik Konseyinin Kıbrıs sorununa bulunacak çözümün bir an evvel olması ve BM parametrelerine vurgu yaparak görüşmelere destek beyan etmesidir.
 
Bir diğer önemli nokta ise,  ATAD’ın ORAMS davası kararından önce konu ile ilgili incelemesini yaptığı aşamada, AB Komisyonunun; ATAD’a verdiği görüşler arasında yer alan ve mülkiyet meselesinin bütünlüklü çözümün içinde yer alması gerektiği konusundaki tavrıdır. Bu yüzden AB’yi çözüm sürecinde yapıcı olmamakla eleştirirken, bu temelde, olumlu görüşler ifade ettiğini bilerek, bu alanda da siyaset alanının genişletilmesi gerekmektedir. Herkesi karşıtımız ve düşman ilan etmeden çalışmalarımızı artırmalıyız.
 
Kıbrıs Rum tarafının çözüm olmadan AB üyesi olmasının yol açtığı olumsuzluklardan bir tanesinin de, ATAD kararı ile açığa çıktığı gibi,  çözümü, “Kıbrıslılar kendi arasında bulacaklardır” görüşünün sempatik olmasına karşın, gerçekçi bir temeli olmadığını da gösterdiğini bilmeliyiz.
 
Eğer bu tez, yani çözümü Kıbrıslılar bulacaktır tezi, tek başına doğru olmuş olsaydı ve güneyin siyaset yapıcıları, buna inanmış olsalardı, müzakerelerde ele alınıp çözülecek olan sorunun, bu en önemli hususlardan biri olan mülkiyet meselesinin esaslarının ele alınması konusunu saptırmak için ATAD yolunu tutmazlardı.
Bu yüzden BM, AB ve tüm uluslararası siyaset odakları da inisiyatiflerini geliştirmek zorundadırlar. Aksi halde çözümsüzlüğün sorumluluğundan ve gelecekte doğacak acı sonuçların mesuliyetinden kurtulamayacaklardır. 
 
Dolayısı ile BM Parametrelerine dayalı çözüm için uluslararası destek çalışmalarını artırmalıyız.
 
ATAD kararı bize aşmamız gereken yeni zorluklar getirmiştir. Bunun için hukuki düzlemde gereken yapılırken, bir an evvel çözüm için gereken inisiyatifi de geliştirmek ve sorunun çözümü için, içte ve dışta gereken tüm girişimleri bir seferberlik ruhu içinde, tüm siyasi ve sivil toplum güçlerinin, aydınlarımızın, akademisyenlerimizin göstermesi gerekmektedir. BM Güvenlik Konseyinin açıklanan son tutumundan sonra, 2009 sonuna kadar net bir sonuç alınması için görüşme sürecini desteklemek gerekmektedir.    
Bunun için bir an evvel iki liderin görüşmelerde uzlaşılan konuları artırma çalışması yanı sıra, bir an evvel uzlaşılmayan konularda derinliğine görüşmeleri ilerletmeleri gerekmektedir. Zaman artık harcanmayacak kadar değerlidir.”