Siyaset ‘kim TC’den daha fazla para koparır’dan çıkmalı

CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, Kuzey Kıbrıs’ta siyasetin “kim TC’den daha fazla para koparır”dan çıkarak “kim bu ülkenin kendi ayakları üzerine duran bir ekonomiye sahip olmasını kendi projeleriyle sağlayabilir” noktasına dönmesi gerektiğini söyledi.

Erhürman, “Biz hükümetteyken de böyle bir tartışma yürütüldü. Bunlar Kıbrıs Türk demokrasisi açısından hiç de tercih edeceğimiz, bizi ileriye taşıyacak tartışmalar değildir. Bu tartışmadan hareketle siyasetteki belirlemenin sonucunun bizi nereye taşıdığı da açıkça görülüyor. Söylenenler gerçekleşmiyor, söylenenler gerçekleşmediği gibi de biz hala bunları tartışmaya devam ettiğimiz için kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomi yaratma hedefini, ki bu her halkın en temel hedefi olmalıdır, gündem yapamıyoruz” diye konuştu.

UBP-HP hükümetinin Maraş ve Kıbrıs konusu dışında hiçbir şeyi gerçek gündem yapmadığını kaydeden Erhürman, “Oysa hükümetin temel görevi sosyal ve ekonomik kalkınma konusundaki hamleleri yapmak, geçmişte bizim dönemimizde başlayan hamleleri devam ettirmek ve bizi kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomiye yaklaştıracak çalışmaları hızla hayata geçirmektir” dedi.

Kıbrıs konusundaki gelişmeleri de değerlendiren Erhürman, BM Genel Sekreteri Guterres’in rolünün kilit olduğunu vurgulayarak, Rum Lider Anastasiades ucu açık olmayan, sonuç odaklı müzakereyi, geçmiş mutabakatları ve siyasi eşitliğe ilişkin tartışmaları ortadan kaldırmayı kabul etmiyorsa, bunun Kıbrıs Türk tarafının pozisyonundan önce BM Genel Sekreteri’nin ve BM Güvenlik Konseyi’nin söylediklerini kabul etmemek anlamına geldiğini belirtti. Tufan Erhürman, şunları söyledi:

“Sayın Guterres proaktif bir tutum takınıp, Sayın Anastasiades’e çok açık bir şekilde ‘reddettiklerinin hepsi BM tarafından teyit edilmiş şeylerdir. Bu sürecin sonuca ulaşmasının ancak bahsettiğim şekilde olabileceğini düşünüyorum’ demelidir demiştik. Bu gerçekleştiyse, New York’tan gerçekten arzu ettiğimiz gibi, bizi kapsamlı çözüm sürecine sokacak bir pozisyon ortaya çıkabilir. Bu gerçekleşmediyse taraflar kendi pozisyonlarına sadık kalacak, BM de bütün bunları söylemiş olmasına rağmen tarafsız ve dengede bir tutum içerisinde kalmaya çalışacak ve o zaman da New York’tan bir şey çıkmayacak. Sayın Guterres’in buradaki rolü kilit roldür.”

• Soru: Bir dönem federasyonu çok fazla dile getirmediğiniz için eleştirildiniz. UBP-HP hükümetinin programında da “AB çatısı altında 2 ayrı devletin daha gerçekçi olacağı” yer alıyor. Bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
• Erhürman: Crans Montana’dan döndüğümüzden beri çok net birşey söylüyoruz ve bunu Crans Montana’dan beri hiç değiştirmedik, istikrarlı olarak hep aynı şeyi söyledik. Crans Montana’da çözüme ciddi şekilde yaklaşılmıştı, bunun sebebi de Kıbrıs Türk tarafıyla Türkiye’nin orada kimsenin beklemediği hamleleri yapmış olmasıydı. Dolayısıyla masadan kalkılırken moral üstünlük Kıbrıs Türk tarafıyla Türkiye’deydi. Sayın Anastasiades oradaki BM yetkililerine ve uluslararası toplum temsilcilerine, siyasi eşitliği kendi halkına anlatamayacağı yönündeki endişesinden dolayı Crans Montana’da sonuç alınamadığını göstermişti. Sonrasında Crans Montana’dan dönmeden önce Sayın Anastasiades Sayın Çavuşoğlu’na iki ayrı devlet formülünün de, konfederasyon formülünün de görüşülebileceğini kapalı kapılar ardında söyledi. Oradan döndükten sonra iki ayrı devlet ve konfederasyonu açık olarak söylemedi ama gevşek federasyon ve desantralize federasyondan bahsetti. O dönemde Sayın Anastasiades’in kafa karışıklığı yaratmaya çalıştığını ve bunun sebebinin de zaman kazanmak olduğunu söylemiştik. Amacı Kıbrıs Türk tarafıyla Türkiye’nin orada elde ettiği moral üstünlüğü zamana yayarak ortadan kaldırmaya çalışmaktı. Biz Crans Montana’dan sonra bir müzakere başlayacaksa bu müzakerenin sıfırdan başlamasını kesinlikle doğru bulmadığımızı, sonuç odaklı, ucu açık olmayan bir süreç tasarlanması gerektiğini ve siyasi eşitlik parametresinin de tartışma konusu olmaktan çıkarılması gerektiğini söyledik. Sonuç odaklı, ucu açık olmayan, siyasi eşitliğin tartışma konusu olmaktan çıkarıldığı, geçmiş mutabakatların teyit edilmesiyle başlayacak yeni bir müzakere süreci doğal olarak federasyon konusunda bir müzakere süreci olacaktı. Crans Montana’da da masada olan federasyondu, bunca yıllık müzakere süreçlerinde de federasyondan başka birşey konuşulmamıştı. Sayın Anastasiades federasyon kavramını tartışma konusu yaptı ama BM ile yaptığı görüşmelerin tutanaklarına bakınca resmi düzeyde yine federasyona vurgu yaptığını görüyoruz. O zamanki duruşumuz neyseydi, bugünkü duruşumuz da odur. Yeni bir müzakere başlayacaksa ucu açık olmayan, sonuç odaklı ve siyasi eşitliği tartışma konusu olmaktan çıkaran, geçmiş mutabakatların da kabul edildiği bir müzakere süreci olmalıdır. Çünkü federasyon konusunda konuşulmamış hiçbir konu kalmamıştır, uzlaşmazlıkların nerede olduğu bellidir ve görüşülmüş pek çok şeyi yeniden görüşerek zaman kaybetmenin anlamı olmadığı gibi, ucu açıkbir sürecin herhangi bir makul gerekçesi de yoktur. Ortaya bir sınır konulur, geriye kalan konular görüşülür ve sonuç alınır. Böylece birilerinin sürekli zamana oynama ve müzakereleri zaman zaman bilinçli olarak yokuşa sürme ihtimali de ortadan kalkar.

CTP olarak kullandığımız bu kavramlar aslında BM Genel Sekreteri’nin açıklamalarıyla ve BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarıyla da temelde son derece uyumludur. Ucu açık olmayan, sonuç alıcı müzakere süreci kavramları Sayın Guterres’in Crans Montana sonrasında yaptığı açıklamalardan çıkan kavramlardı. Siyasi eşitlik ve kararlara etkili katılım ise zaten BM Güvenlik Konseyi kararlarında yıllardan beri vardı. Güvenlik Konseyi Sayın Anastasiades’in bunu tartışma konusu yaptığını fark edince Temmuz 2019’da çıkardığı kararda bir kez daha ve açık bir şekilde siyasi eşitliği netleştirdi.

“AB çatısı altında iki ayrı devlet gerçekçi değil”
O arada hükümet değişti ve hükümet programına yeni bir kavram girdi, “federasyonla ilgili tartışmalar geride kalmıştır, 50 yıldır görüşüyoruz çözüm bulamadık. Dolayısıyla federasyon artık gerçekçi değildir. Onun yerine daha gerçekçi formüller bulunmalıdır, mesela AB çatısı altında iki ayrı devlet”. Hükümet programının Meclis’te tartışıldığı günden başlayarak, “50 yıldır federasyonu görüşüyoruz, federasyona ulaşılamadı diyorsunuz, bu olgu olarak doğru ama bu gerçekçi değildir deyip de yerine AB çatısı altında iki ayrı devlet formülünün daha gerçekçi olduğunu söylerseniz, buna şaşarız” dedik. Siyasi eşitliği bile kabul etmeyen bir siyasi liderden müzakereler yoluyla AB çatısı altında iki ayrı devleti kabul etmesini nasıl bekleyeceksiniz? Hem Kıbrıs Türk tarafı, hem de Türkiye, hangi çözüm bulunacaksa bulunsun, bunun BM şemsiyesi altında müzakereler yoluyla bulunacağını söyledi her zaman. Anastasiades’le müzakere edeceksiniz ve Anastasiades’in, önce BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin geçmişteki kararları kaldırmasını, sonra 28 AB üyesi ülkenin KKTC’yi tanımasını, sonra da siyasi eşitlik konusunda ikna edemeyeceği endişesini taşıdığı kendi halkını KKTC’nin tanınması konusunda ikna etmesini gerektiren bu formülü kabul etmesini bekleyeceksiniz. Böyle bir beklenti nasıl olur da federasyonun gerçekleşmesini beklemekten daha gerçekçi olur? Kaldı ki bir an için bu imkansız görünen şeyin gerçekleştiğini varsayalım. Bu durumda toprak, mülkiyet, iki bölgelilik, iki toplumluluk konusunda bu kadar yıldır ortaya çıkan konular AB çatısı altında iki ayrı devlette çok farklı bir noktaya gelir. Federasyonda toprakta 29+’yı sorun eden Anastasiades AB çatısı altında iki ayrı devlette çok daha farklı şeyler isteyecektir. Eğer federasyon olursa, iki ayrı referandumda iki ayrı halk tarafından onaylanan federal bir anayasa olacaktır. Dolayısıyla mülkiyet konusunda oradaki düzenlemeler herkes için geçerli hukuk haline gelecektir. Oysa AB çatısı altında iki ayrı devlette Kıbrıslı Rumlar kuzeydeki eski malları için davalar açma yoluna gidebilecek, iki bölgelilik ortadan kalkacak. Yani Anastasiades’le müzakere edip, hem bizim tanınmamızı kabul etmesini, hem de toprak, mülkiyet gibi konularda bizim avantajlarımızın korunmasını bekleyeceksiniz demektir bu. Bu hem hiçbir şekilde gerçekçi değildir, hem de elli yıldır federasyon görüşüldü diyerek, müzakereler yoluyla daha kısa sürede AB çatısı altında iki ayrı devlete ulaşacağınızı iddia ediyorsanız, bunun elli yılda değil yüz elli yılda dahi gerçekleşmesi mümkün değildir.

“Anastasiadis’in söylediklerinin altını doldurup doldurmadığını öğreneceğimizi umuyorum”
Bütün bunlar bir yana, biz şu anda önemli olanın BM Genel Sekreteri’nin bir tavır ortaya koyması olduğu düşüncesindeyiz. Çünkü Sayın Anastasiades ucu açık olmayan, sonuç odaklı müzakereyi, geçmiş mutabakatları ve siyasi eşitliğe ilişkin tartışmaları ortadan kaldırmayı kabul etmiyorsa, aslında Kıbrıs Türk tarafının pozisyonundan da önce BM Genel Sekreteri’nin ve BM Güvenlik Konseyi’nin söylediklerini kabul etmiyor demektir. Sayın Guterres’in Sayın Anastasiades ile New York’ta yapacağı toplantının bu nedenle önemli olduğunu söyledik. Nitekim Sayın Anastasiadis BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada bugüne kadar söylediklerinden farklı olduğunu düşündürecek şeyler söyledi. Konuşmasında, 11 Şubat 2014 tarihli belgenin, geçmiş mutabakatların ve bugüne kadar “yoktur, onun yerine 4 Temmuz belgesi vardır” dediği 30 Haziran belgesinin referans kavramları içerisinde yer almasını kabul ettiğini söylüyor. Biz de bunun üzerine, Genel Sekreter Sayın Guterres’in kendisiyle yapacağı görüşmede, bunların üzerinde durması ve söylenenlerin altının açık biçimde doldurulmasını talep etmesi gerektiğini açıkladık. Sayın Anastasiadis’in örneğin siyasi eşitliği ve geçmiş mutabakatları kabul ediyorum derken, bunların etkili katılımı ve dönüşümlü başkanlığı da içerdiğini kabul ediyor olduğunu Sayın Guterres önünde teyit etmesi önemlidir. Eğer buralarda samimiyet varsa Sayın Guterres’in üçlü ve/veya beşli görüşme çağrısı yapması ve ucu açık olmayan ve sonuç odaklı bir müzakere çerçevesini oluşturması için zemin bulunabilir demektir. Bu görüşme de gerçekleşti. Sayın Cumhurbaşkanı da Sayın Guterres ile görüşecek. O görüşmenin sonucunda Sayın Anastasiadis’in BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada söylediklerinin altını doldurup doldurmadığını öğreneceğimizi umuyorum.

“Önemli olan kamuoyuna ne söylendiğidir”
• Soru: Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu adaya geldiğinde bir gerginlik yaşandığı, TC ile Cumhurbaşkanı arasında da bir gerginlik olduğu iddia ediliyor. Cumhurbaşkanı ile Hükümet arasında da görüş ayrılıkları var. NY öncesinde Türk tarafının böyle bir fotoğraf vermesi ne kadar doğrudur?
• Erhürman:Kıbrıs Türk tarafı ve TC’nin resmi pozisyonları olarak değerlendireceğimiz açıklama Cumhurbaşkanlığı’ndaki toplantının ardından Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Çavuşoğlu’nın düzenledikleri basın toplantısında söyledikleridir. Orada söylenen şeyler çok nettir, ikisi de siyasi eşitliği, ucu açık olmayan, sonuç odaklı müzakere sürecini vurguladı. Ayrıca “referans kavramlarına güvenlik ve garantileri içeren 30 Haziran belgesi girecekse bununla ilgili 5’li toplantı önemlidir” dendi. Benim için önemli olan kapsamlı çözüm konusunda kamuoyuna ne söylendiğidir ve New York öncesinde ortaklaşılan noktalar bana göre ayrışılan noktalardan çok daha fazla ve önemlidir.
Cumhurbaşkanı’yla hükümetin farklı duruşları olması konusuna gelince, Güney Kıbrıs’ta da Sayın Anastasiades ile AKEL arasında, AKEL ve DİSİ ile diğer partiler arasında bu konuda çok ciddi görüş ayrılıkları vardır. Bunlar demokrasilerde normal şeylerdir. Önemli olan farklı görüşlere sahip olmak değil, görüşünüzün gerçekçi olması, halkınızın önüne hayata geçirilmesi mümkün bir vizyon koymanız ve görüşlerinizi gerekçelendirebilmenizdir.

“Akıncı ve Özersay’ın diplomatik temaslarda hangi görüşleri savunduklarını bilmiyorum”
• Soru: Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı şu anda New York’ta. Farklı görüşleri olduğu ortada. Orada ayrı ayrı görüşmeler yapmaları ve farklı şeyleri dile getiriyor olmları süreci nasıl etkiler?
• Erhürman:İkisinin de New York’ta olması diplomasi açısından olması gerekendir. Burada önemli olan, ikisinin içeride siyaseten farklı görüşlere sahip olsalar da, New York’ta mümkün olduğunca üzerinde ortaklaşılan noktaları öne çıkarmaları gerektiğidir. İkisinin yaptıkları diplomatik temaslarda hangi görüşleri savunduklarını bilmiyorum. Sayın Dışişleri Bakanı’yla Sayın Cumhurbaşkanı arasında sürekli istişare olması gerekir ki Kıbrıs Türk tarafının pozisyonu uluslararası toplumun anlayabileceği bir pozisyon olarak diplomatik ilişkiler çerçevesinde anlatılabilsin.

“Guterres’in rolü kilit roldür”
• Soru: Guterres “süreç diğerlerinden farklı olsun” demişti. Bu durumda New York’tan ne beklenmeli?
• Erhürman: Geçmişte olanlardan farklı birşey yapılması gerektiğini söylemesini önemsiyorum. Bunun da tanımladığımız şey olduğunu söylüyorum; yani sonuç odaklı, geçmiş mutabakatların geçerli olduğu, siyasi eşitliğin tartışma konusu olmaktan çıkarıldığı, ucu açık olmayan bir süreçten bahsediyor. “New York’tan ne bekleyebiliriz” sorusunun bendeki cevabı net. Bunun için Sayın Guterres bu konuda proaktif bir tutum takınıp, Sayın Anastasiades’e çok açık bir şekilde “reddettiklerinin hepsi BM tarafından teyit edilmiş şeylerdir. Bu sürecin sonuca ulaşmasının ancak bahsettiğim şekilde olabileceğini düşünüyorum” demelidir demiştik. Bu gerçekleştiyse, New York’tan gerçekten arzu ettiğimiz gibi, bizi kapsamlı çözüme sürecine sokacak bir pozisyon ortaya çıkabilir. Bu gerçekleşmediyse taraflar kendi pozisyonlarına sadık kalacak, BM de bütün bunları söylemiş olmasına rağmen tarafsız ve dengede bir tutum içerisinde kalmaya çalışacak ve o zaman da New York’tan bir şey çıkmayacak. Sayın Guterres’in buradaki rolü kilit roldür.

• Soru: Bu süreçte Yavuz’ın bölgeden gitmesini, ENI ve TOTAL arasındaki anlaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
• Erhürman: Bu bir satranç tahtasıdır, bu tip görüşmeler öncesinde bir takım hamleler yapılır. Sayın Anastasiades giderken “aramalar, Maraş’taki çalışmalar devam ettiği sürece bizim yeni bir müzakereye başlamamız mümkün değil” demiştir. Oysa bunun tam tersi geçerlidir. Bu konularda sorun yaşanmasını istemiyorsanız, geçmiş mutabakatları kabul edersiniz, ucu açık olmayan, sonuç odaklı bir müzakere sürecine girersiniz ve bu işi tamamlarsınız. Zaten federasyonun kurulması halinde ne Maraş, ne de hidrokarbon konusunda sorun yaşanır.

Maraş…
• Soru: Maraş konusunda çalışmaların devam ettiği söyleniyor. Hükümet BM’yi bu konuda muhatap almadığını söylüyor. Gerçekten açılabilir mi yoksa bu da satrançta bir hamle midir?
• Erhürman: Satranç tahtası üzerindeki hamlelerden biri olarak da değerlendirilebilir elbette ancak bunun ötesi açısından da bu konunun konuşulması gerekir. BM şemsiyesi altında müzakere süreçleri devam ederken ve herkes çözüme odaklanmışken Maraş’ın ayrı bir konu haline getirilmesini hiçbir zaman doğru bulmadık. Öyle dönemlerde Maraş’ın kapsamlı çözümün parçası olduğunu söyledik. Ancak sürecin koptuğu, tabir-i caizse Kıbrıs sorununun “buzdolabına konulduğu”, kapsamlı çözüm arayışlarının belirsiz bir geleceğe ertelendiği dönemlerde, CTP her zaman, bizi çözüme adım adım yaklaştıracak, güven yaratıcı önlemlerin hayata geçirilmesini savundu. Bunun tipik örneği Gali Fikirler Dizisi’yle çözüme ulaşılamayacağı görüldükten sonra Gali’nin “bu iki toplumda birbirine karşı güvensizlik var, önce güven yaratıcı önlemleri hayata geçirmeliyiz. Bunun da en önemli iki unsuru Maraş’la Lefkoşa Uluslararası Havalimanı olabilir” dediği tarihsel dönemdir. O dönemde CTP bu pakete tam destek vermiştir. Ondan sonra da CTP, müzakerelerin koptuğu ve bizi kısa vadede sonuca taşıyacağının görülmediği dönemlerde hep Maraş dahilbizi adım adım çözüme yaklaştıracak güven yaratıcı önlemleri savundu. Bugün de aynı şeyi söylüyoruz, eğer ucu açık olmayan, sonuç odaklı bir müzakere süreci başlamayacaksa ve bir buzdolabına kaldırma dönemine girilecekse, Kıbrıs Türk tarafının donup kalması doğru değildir. Bizi çözüme adım adım yaklaştıracak güven yaratıcı önlemleri harekete geçirmemiz, proaktif olmamız lazım.

Geçmişte bunun benzeri şeyler oldu, Annan Planı sonrasında 2005’te TMK kuruldu. Avrupa Konseyi, AİHM yetkilileriyle görüşüldü, Türkiye ile birlikte bir süreç yürütüldü ve TMK kuruldu. TMK’ya kurulurken karşı çıkanlar, kuranları vatan haini ilan edenler bugün TMK’ya en fazla sahip çıkanlar oldu, hatta Maraş’taki duruşlarını TMK üzerinden bulacakları çözümlerle açıklamaya başladılar. Bu örnekten hareketle CTP olarak, eğer kısa vadede ucu açık olmayan, sonuç odaklı müzakerelerle bizi sonuca yaklaştıracak bir sürecin başlamadığını görürsek, o zaman Kıbrıs Türk tarafının yapması gereken şeyin, BM Güvenlik Konseyi kararları çerçevesinde Maraş’taki çalışmalara hız vermek olduğunu söylüyoruz. BM ile istişare içinde, gerekirse BM ile müzakere ederek sonuca ulaşılmalıdır. Bu Kıbrıs Türk tarafı açısından önemlidir çünkü müzakerelerin donma sürecinde Maraş’taki eski mal sahiplerinin TMK’ya başvuruları devam etmektedir ve TMK’da arzu edilen sonucu elde etmedikleri noktalarda AİHM’ye giderek TMK’nın etkili iç hukuk yolu olmaktan çıkarılmasını talep etmektedirler. Müzakerelerde donma yaşanırsa, uluslararası toplum Kıbrıs Türk tarafından Maraş konusunda donup kalmasını bekleyemez. Çünkü davalar akıyor ve birşey yapılması gerekiyor. Yapılması gerekenbu konuda BM ile istişare ve gerekirse müzakere etmektir. 1990’lardan beri duruşumuz budur.

“Bu ülkenin siyasetini ‘kim TC’den daha fazla para koparır’dan çıkarak ‘kim bu ülkenin kendi ayakları üzerine duran bir ekonomiye sahip olmasını kendi projeleriyle sağlayabilir’ noktasına döndürmemiz lazım. Siyaseti oraya döndürebildiğimiz noktada gerçekten önemli bir adım atmış olacağız”

“Hükümete gelmeden önce söylenenlerle, hükümete geldikten sonra yapılanlar arasında fark var”
• Soru: Dörtlü koalisyon bozuldu ve ardından Türkiye ile ekonomik ve mali protokol imzalandı, geçen hafta para da geldi. Bu gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
• Erhürman:Mayıs ayında hükümet kuruldu, 20 Temmuz’da protokolün imzalandığı söylendi ama resmi gazetede birkaç hafta önce yayınlandı ve paranın bir hafta önce geldiği açıklandı. Sonuç itibarıyla protokolde öngörülen para 750 milyon TL’dir, bunun yaklaşık 550 milyon TL’lik kısmı savunma ödenekleriyle ilgilidir. Yani aslında altyapı ve reel sektöre ilişkin toplam kısım 200 milyon TL civarındadır. Biz hükümetten giderken o dönemin ana muhalefeti“Biz gelip 3 yıllık bir protokolü hemen imzalayacağız ve para akışı hemen başlayacak” diyordu. 3 yıllık değil 5 aylık bir protokol imzalandı. Söylendiği gibi para akışı hemen başlamadı, bu Eylül’ün sonunda gerçekleşti. Protokol görüşmeleri başladığında hükümetin ilk açıklamalarında 1 milyar 215 milyon TL’den bahsediliyordu ama bu 750 milyon TL olarak realize oldu ve gelen para da 700 milyon TL’ye yakındır. Hükümete gelmeden önce söylenenlerle, hükümete geldikten sonra yapılanlar arasındaki farkı herkesin net olarak görmesi lazım.
“Kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomi yarattığımız takdirde TC’den protokoller aracılığıyla gelecek paraları doğrudan altyapı yatırımlarına yönlendirebileceğiz. Kendi gelirimizden daha fazla yatırım yapacak daha fazla para da üretebiliriz, odaklanmamız gereken yer burasıdır”
Gerek bizim hükümetimiz döneminde yaşadıklarımız, gerekse ondan sonra protokolle ilgili gelişmeler bize kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomiyi yaratma yükümlülüğümüz olduğunu gösteriyor. Türkiye’den hiç mi para gelmesin? Gelsin elbette, bunun için gereken protokoller imzalansın ama gelecek olan para sadece yatırımlara ayrılsın. KKTC kendi ekonomisini yönetirken, bütçesini planlarken oradan gelecek parayı esas alarak değil, kendi içinde üreteceği gelirleri esas alarak bunu yapsın.

2019 için 200 milyon TL civarında bir kaynağın gelmesi öngörülüyor ama KKTC’nin turizm gelirleri 960 milyon dolardır. Yüksek öğretimden elde edilen gelirler de ciddi miktarlardadır. Turizmde doğru planlama ve doğru tanıtım-pazarlama sektör temsilcileriyle birlikte yapılır ve turizm gelirleri artırılırsa en az dışarıdan gelen kaynak kadarını içeride yaratmış olursunuz.

KKTC ekonomisi kendi ayakları üzerinde durabilir. 15 aylık hükümet döneminde bu net olarak görüldü. TC’den çok sınırlı dış kaynak geldi, o şartlarda 334 milyon TL de Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığımızın ihtiyaçlarını karşılamak üzere yerel kaynaklardan ödendi, bu da çarklar döndü demektir. Şimdi gelmesi öngörülen 200 milyon TL civarındakaynak KKTC ekonomisinin kendi çarklarını döndürerek üretemeyeceği bir rakam değil. Kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomi yarattığımız takdirde TC’den protokoller aracılığıyla gelecek paraları doğrudan altyapı yatırımlarına yönlendirebileceğiz. Kendi gelirimizden daha fazla yatırım yapacak daha fazla para da üretebiliriz, odaklanmamız gereken yer burasıdır.
Bu ülkenin siyasetini “kim TC’den daha fazla para koparır”dan çıkarak “kim bu ülkenin kendi ayakları üzerine duran bir ekonomiye sahip olmasını kendi projeleriyle sağlayabilir” noktasına döndürmemiz lazım. Siyaseti oraya döndürebildiğimiz noktada gerçekten önemli bir adım atmış olacağız. Biz hükümetteyken de böyle bir tartışma yürütüldü. Bunlar Kıbrıs Türk demokrasisi açısından hiç de tercih edeceğimiz, bizi ileriye taşıyacak tartışmalar değildir. Bu tartışmadan hareketle siyasetteki belirlemenin sonucunun bizi nereye taşıdığı da açıkça görülüyor. Söylenenler gerçekleşmiyor, söylenenler gerçekleşmediği gibi de biz hala bunları tartışmaya devam ettiğimiz için kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomi yaratma hedefini, ki bu her halkın en temel hedefi olmalıdır, gündem yapamıyoruz.

“Hükümet kaç aydır görevde, göreve gelirken en önemli taahhütlerden biri sosyal ve ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmekti ama hükümetin Maraş ve Kıbrıs konusu dışında hiçbir şeyi gerçek anlamda gündem yaptığını görmedik… Hükümetin temel görevi sosyal ve ekonomik kalkınma konusundaki hamleleri yapmak, geçmişte bizim dönemimizde başlayan hamleleri devam ettirmek ve bizi kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomiye yaklaştıracak çalışmaları hızla hayata geçirmektir”

“Hükümetin temel görevi sosyal ve ekonomik kalkınma konusundaki hamleleri yapmaktır”
Hükümet kaç aydır görevde, göreve gelirken en önemli taahütlerden biri sosyal ve ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmekti ama hükümetin Maraş ve Kıbrıs konusu dışında hiçbir şeyi gerçek anlamda gündem yaptığını görmedik. Bu tartışmalar geçmişten beri cumhurbaşkanlığı makamı etrafında yürüyen tartışmalarken şimdi hükümetin etrafında yürüyen tartışmalara dönüştü. Oysa hükümetin temel görevi sosyal ve ekonomik kalkınma konusundaki hamleleri yapmak, geçmişte bizim dönemimizde başlayan hamleleri devam ettirmek ve bizi kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomiye yaklaştıracak çalışmaları hızla hayata geçirmektir.

• Soru: Başbakan Tatar %5 büyüme hedefinden bahsetti. Bu rakam ne kadar gerçekçidir?
• Erhürman:Sadece bu değil ki, Sayın Başbakan Maraş’la ilgili pek çok şeyden de bahsetti, “AB çatısı altında iki ayrı devlet” de dedi ama bunların hiç birinin altının doldurulduğunu görmedik. Bunların zemininin olup olmadığını iddia edenin söylemesi gerekir. Örneğin %5 büyüme hedefine ulaşmak için hangi yolun izleneceğinin ve rakamların ne olacağının anlatılması lazımdır. Söylediklerinizin altını doldurmazsanız bunun siyasi olarak bir anlamı yoktur.

“Gülümseyerek mücadele edeceğiz”
• Soru: 6 Ekim’de parti kurultayınız var, bölgelerde aday tanıtım toplantıları yapılıyor. Ülkede pek çok sıkıntı varken kurultayla ilgili “gülümse” sloganının kullanılması eleştiriliyor. Nasıl değerlendirirsiniz?
• Erhürman:Biz kavgayla, cepheleşmeyle, öfke gibi olumsuz duygularla bu memlekette insanların umutsuzluğuna umutsuzluk katmak gibi bir eğilimi tercih etmiyoruz. İnsanlarımızın çok önemli bir kısmının farklı tercihlere sahip olsalar da, bir an önce kapsamlı çözüme ulaşmayı, öngörülebilir bir geleceğe sahip olmayı, kapsamlı çözümün belirsiz bir geleceğe ertelendiği durumlarda proaktif bir dış politikayla bizi adım adım çözüme yaklaştıracak ve uluslararası toplumla buluşturacak politikaları ve kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomiyi, sosyal ve ekonomik kalkınmayı, kamu hizmetlerinden çağdaş koşullarda yararlanmayı, bu ülkede başta nüfus olmak üzere her konuda planlamayı istediğini biliyoruz. Madem ki büyük çoğunluk aynı şeyleri istiyor, kavgaya, cepheleşmeye değil kucaklaşmaya, öfkeye, bağırıp çağırmaya değil, hoşgörü içerisinde birbirimizi daha iyi anlayabilmek için daha fazla iletişime ihtiyacımız var. Bu da asık suratlarla değil, birbirimize gülümseyerek yapılabilecek bir iştir. Yüzümüz gülerek de ideallerimiz, ilkelerimiz doğrultusunda mücadele edebiliriz. O yüzden gülümsemeyi ihmal etmiyoruz. Gülümseyerek, insanları kucaklayarak, insanlarla dayanışarak mücadele edeceğiz ve insanlara öfkelenmeyeceğiz, bağırıp çağırmayacağız, ülkeyi bölerek, cepheler yaratarak politika yapmaktan bir medet ummayacağız. Biz bir siyasi partiyiz, Kıbrıs Türk halkının bütünü için politikalar üretmekle yükümlüyüz. Kıbrıs Türk halkının bütününü kucaklayarak, o bütünle birlikte, umutla, vizyonumuz çerçevesinde mücadele etmeye devam edeceğiz.

Cumhurbaşkanlığı adaylığı…
• Soru: Cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda kişisel duruşunuz nedir, buna sıcak bakıyor musunuz?
• Erhürman:CTP’nin geleneğinde kişisel duruşlar belirleyici olmaz, olmamalıdır da, ben bu geleneğin doğru olduğuna inanıyorum. Dolayısıyla bu parti kendi karar organlarında bu kararı üretecek. Parti bir karar verme noktasına geldiğinde ben kişisel kararımı ailemle birlikte yapacağım değerlendirme sonucunda veririm. Partinin kararından önce kişisel tercihim konusunda konuşmayı da partinin gelenekleri ve teamülleri çerçevesinde doğru bulmam. Bunlar bizim gözümüzde görevdir, sorumluluktur. Bunlar hevesle üzerine atlanacak şeyler değildir, partinin yetkili organları bu konuyu enine boyuna tartışıp kararını üretir. Parti içi demokrasiye inanan bir insanım. Ayrıca Kıbrıs konusuyla ilgili yaşanan bu süreçte şu an için Cumhurbaşkanlığı konusunu konuşmanın lüks olduğunu da düşünüyorum. Hele bir New York sonrasındaki gelişmelerin hangi yönde olacağını görelim, kurultayımızda bu konuda karar verme yetkisine sahip Parti Meclisimizi belirleyelim, bu konuları ondan sonra daha net konuşma fırsatına sahip olacağız.