CTP-BG Barış Çalışmaları Merkezi’nin “Barışı İnşa Sürecinde Kıbrıs” “Barışı Hayal Et” başlığı altında düzenlediği beş ayrı konferansın ilki dün akşam Mağusa Belediye salonunda yapıldı…

CTP-BG Barış Çalışmaları Merkezi’nin “Barışı İnşa Sürecinde Kıbrıs” “Barışı Hayal Et” başlığı altında düzenlediği beş ayrı konferansın ilki “Yüzleşme… Yunanistan, Türkiye, Kıbrıs” temasıyla dün akşam saat 19.00’da Mağusa Belediye salonunda yapıldı.

Orkun Bozkurt’un yönettiği konferansın konuşmacıları doktor, siyasetçi, yazar v araştırmacı Nazım Beratlı, iktisat doktoru, gazeteci-yazar Cengiz Aktar, araştırmacı, eğitimci ve yazar Rena Choplarou ile Kürt asıllı Türk siyasetçi, gazeteci ve yazar ve Orhan Miroğlu oldu.

BERATLI

Konferansta ilk konuşmacı olan Dr nazım Beratlı, yüzleşme sözcüğünden özeleştiriyi anladığını kaydetti. Toplumlarda bir politik bir de sivil hegemonya olduğuna işaret eden Beratlı, Kıbrıs’ın her iki tarafından ise ortak bir çözüm kavramı olmadığını tarafların çözümden çok farkı şeyler anladığını kaydederek,  “Çözümsüzlük konusunda anlaşıyorlar. Birbirimize kendi çözüm önerilerimizi dayatıyoruz. Çözüm kültürü diye bir şey yok. Eğer çözüm kültürünü yaratabilseydik, Annan Planında karşılığını bulurdu. Birbirimizi tanımak ya da yüzleşmekten bahsediyorsak birbirimizin kullandığı dilin karşımızdakinin algısında nasıl bir karşılık bulduğunu düşünmemiz gerekir. Kafamızdaki çözüm tahayyülünü karşımızdakine dayatma tavrı sürdüğü sürece ortak barış kültürünü, çözüm kültürünü oluşturamayız” diye konuştu.

CHOPLAROU

Nazım Beratlı’dan sonra söz alan Rena Choplarou ise konuya bir öğretmen bakış açısıyla yaklaşacağını kaydederek, çalışmasında hegemonik söylemlere, gündelik pratiklere eleştirel bir tavır geliştiren öğretmenlerin algısını ölçmeye çalıştığını ifade etti. Öğretmenlerle olan mülakatlarda okul dışında “öteki” ile diyalog geliştirmelerine, cemaatleri dışında olup bitenleri bilmelerine rağmen okul içerisinde resmi söylemi yeniden ürettiklerini farklı davranmak istemelerine rağmen okul içerisinde sessizliklerini koruduklarını ifade eden Choplarou, 28 yaşında bir öğretmen olan Andros’un, “okuldaki gündelik söylemimiz içerisinde “Kıbrıslı Türkler” yok. Sürekli Kıbrıslı Rum kayıplarımızdan söz ediyoruz. Bu yüzden tahammül edemiyorum. Bilinçsiz cahil bir kuşak yetiştirilmesine katkıda bulunduğum için rahatsızlık duyuyorum” diye konuşurken, Bir başka öğretmen, Kıbrıslı Türk Pembe’nin ise “74 teki Rumların çektiği acılara çok genel biçimde değiniyorum ama hiçbir zaman detaylara girmiyorum” dediğini aktardı. Birçok Kıbrıslı Rum öğretmenin, Kıbrıs meselesini tartışmaktan imtina ettiğine dikkat çeken konuşmacı, Kıbrıslı Rum öğretmenler için çevrelerinden gelen baskıların gündelik tavırlarını etkilediğini kaydederek buna örnekler verdi.

Araştırmasında Kıbrıslı Türklerin Kıbrıslı Rumlara oranla daha rahat ve geniş ölçekli fikir paylaşımına sahip olduklarını gözlemlediğini de aktaran konuşmacı, Kıbrıs Türk tarafında, Rum tarafına kıyasla çok daha olumlu bir havanın hâkim olduğunu vurguladı. Choplarou, “Bir Kıbrıslı Türk öğretmen bu hegemonik söylemde bir çizik yaratmak istediğinde ve tepkiyle karşılaştığında, sendikaların desteğini yanında bulabilirken, Rum tarafında bu mümkün değil” dedi. Kıbrıslı Türk öğretmenlerin özellikle 2004 referandumundan sonra derin bir düş kırıklığı, umutsuzluk havasına girmiş göründüklerine de işaret eden konuşmacı, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mülakat yaptığım çoğu Türk öğretmen bugünlerdeki en önemli önceliklerinin varoluş, hayatta kalma mücadelesi olduğunu söylüyorlar. Türkiyeden gelen göçmenlerin çocuklarının sayısında artış olduğunu, öğrenci ve sınıf sayısının arttığını ve bununla başetmek zorunda kaldıklarını söylüyorlar. Mustafa, bir Türk öğretmen barış süreciyle ilgili büyük düş kırıklığına uğradığını ve geçmişle ilgili ders verirken derin bir mutsuzluk hissediyorum. Kıbrıslı Türklerin önemli bir bölümü zaten Kıbrıs’tan ayrılıyorlar. Bütün bu araştırma sonuçları bize Kıbrıslı Türk öğretmenler arasında giderek güçlenen bir görüşün olduğunu ortaya koyuyor. Kıbrıs sorununa çözüm umudunun yok olduğuna dair bir kanaat bu. Bu görüşler, onların çalışmalarında da gözlenebiliyor. Bu aynı zamanda bir tutarsızlığı da yansıtıyor. Bir yandan Rumlara karşı çok pozitif tutum alırlarken, Türkiye’den gelen göçmenlere karşı negatif bir tutum alıyorlar ve bu açıdan bakıldığında “öteki” aslında Rumlar değil Türkiye’den gelen göçmen Türklerdir.”

ORHAN MİROĞLU:

Konuşmasına, “Bizler, Türkiyeli Türkler, Kürtler, Kıbrıslı Türkler her şeye rağmen yaşamaya devam ediyoruz. Ya burada olmayanlar? Ermeniler, Rumlar, Yezidiler, Süryaniler? Onlar ne oldu?” diye sorarak başlayan Miroğlu, birçok kayıp vermiş bir aileden geldiğine işaret ederek “Bütün bunlar geçen yüzyılda oldu. Geçmişle yüzleşmek, bu coğrafyada yaşayanların ne olduğu sorusunu yanıtlamakla başlayabilir” dedi. Miroğlu, Marquez’in yüzyıllık yalnız romanının belleğini yitirmiş bir toplumu anlattığını, köylülerin zaman içerisinde her şeyi unuttuklarını anımsatarak, romanda bir gümüşçünün her şeyi etiketlemeye başlamasıyla onu gören başkalarının da etiketlemeye başladığını anlatan konuşmacı, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Türkiye toplumu da geçmişini hatırlamaya çalışıyor. Müthiş bir hafıza patlaması var. Ermenileri, Dersim’i, mübadeleyi, varlık vergisini ve Aşkale sürgünlerini, 27 Mayısı, Menderes ve arkadaşlarının idamını, 12 Mart’ı Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını, 12 Eylül’ü, Mamak, Metris ve Diyarbakır ı hatırlıyoruz. Şimdi şu soruluyor, neden şimdi gündeme geliyor? Örneğin Dersim. Eğer Türkiye Dersim’le yüzleşmeyi başarsaydı, 80’lerin Kürt isyanıyla karşılaşılmayacaktı. ‘Neden şimdi yüzleşiliyor’ sorusu yerine ‘neden şimdiye kadar yüzleşmedik?’ diye sormalıyız. Avrupa’da toplama kamplarından bu yana devam eden yüzleşme süreci hala daha devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde hamburgdaydım ve 1915 konulu bir belgesel vardı. Almanya 1915 in suç ortağı olarak ifade ediliyordu. Hrant Dink i öldüren şahsın sözü “bir ermeniyi öldürdüm” bize 1915 i hatırlatıyor. Ermeni halkın yaşadığı yegâne şehir İstanbul’da hiçbir siyasi parti Ermeni aday göstermiyor. Ama mağduriyetler üzerinden bir yüzleşme yapmak da doğru değil. Geçmişi yeniden hatırlamalıyız, insanlığa karşı işlenen suçları hatırlamalıyız. Ermenilerin, Süryanilerin yaşadıklarıyla yüzleşmeliyiz. Aynı şeyi Kıbrısta da yapmalıyız. Kimliklerin cezbediciliğine bel bağlamadan ama mağduriyetlere de sığınmadan yüzleşmeliyiz. Müslüman mağduriyeti de ortadan kalktı.”

1915 Ermeni ve Süryani katliamında Kürtlerin de önemli rol oynadığına işaret eden Miroğlu, “Kürtler 1915 i hiçbir zaman inkâr etmediler. “Hıristiyanların fermanı” olarak bilinen kavram ve buna bağlı olan hikayeler yıllardır dilden dile dolaştı. Kürt aydınlar, katliamları ittihatçılara yükleseler de olayın bir müslüman-hristiyan meselesi olduğunu ortaya koymak gerekiyor. Kürtlerin katıldığı katliamlar, emirlere uymakla açıklanamaz. Bu bir suç ortaklığıdır. Kürt aydınları sessiz kalmayı tercih etti. Katliamların mağduru olmuş bir halkın aynı zamanda katliam yaptığını itiraf etmek zor geldi. Katledilenler yerine kurtarılan Ermenilerin hikâyelerinin anlatılması daha tercih edildi. Alman halkı içinde Schindler gibi adamların olması alman halkını aklamıyor. Kürtler arasında da iyi örneklerin olması ermenilerin ve süryanilerin katledildiği gerçeğini değiştirmiyor. Ermenilerin ve süryanilerin katledilmesi coğrafyamızın yoksullaşmasına neden oldu. Her alanda. Kürtlerin de 1915 ile yüzleşmesi gerekir. Güney Kürdistan’ın bu konuda olumlu politikaları var. Yeni bir bellek inşasına ihtiyacımız var. Rahat uyu sevgili hrant. Henüz inkârla baş edemedik ama senin açtığın yolda ilerlemeye devam ediyoruz.” Sözleriyle konuşmasını tamamladı.

CENGİZ AKTAR

Son konuşmacı Cengiz Aktar ise konuşmasına “yüzleşmeden önce herhalde bilmek, öğrenmek gerekiyor. Ben buna geri gelen hafıza diyorum” diyerek başladı. Bunun Türkiye’de bu yeni başladığını, ancak çok da hızlı geldiğini ifade eden Aktar,  Türkiye’nin her gün yeni bir şey keşfettiğine, Dersim meselesinin dönüp dolaşıp geldiğine dikkat çekti. Aktar, Türkiye’nin 1974 Kıbrıs harekâtı dâhil olmak üzere son derce uyduruk bir tarih sürecinden geçtiğini kaydederek, şöyle konuştu: “Türkiye’de birçok insan Kıbrıs’ın yerini dahi bilmiyor;  işte barış harekâtını biliyor ya da askerlik hikâyelerini anlatıyor.” İnsanların her şeyi yeniden keşfettiklerini kaydetti.

Yüzleşme sürecinde AB sürecinin ve mütedeyyin kitlenin kamusal alanda ön plana çıkmaya başlamasının önemli rolü olduğunu ifade eden Aktar bunda AKP’nin kurucu iradenin temsilcisi olmamasının, kurucu irade tarafından itilip kakılmasının da büyük rolü olduğunu söyledi ve şöyle konuştu: “Örneğin AKP Dersim konusunda göğsünü gere gere konuşabilir ama CHP, Dersim katliamını yapan parti olarak konuşacak durumda bile değil. Kamusal hafıza önem kazandı. Artık soykırım sokakta konuşulur, hatırlanır hale geldi. Öyle böyle de değil örneğin varlık vergisi artık haydarpaşa garında hatırlanmaya başlandı. 6-7 Eylül olayları hatırlanmaya başlandı. Lice Kaymakamı Ahmet Nesimi’yi, yani Ermenileri katletme emrine direndiği için öldürülen Ahmet Nesimi’yi hatırlar hala geldik. Farklılıkları keşfeder hale geldik yavaş yavaş. Bireysel hafızalar devreye girdi. İnsanlar soyunda sopunda gayrimüslim bulmaya başladı. İnsanlar araştırıyor ve artık korkmadan benim ninem Ermeniydi, Yahudiydi diyebiliyor. İnsanlar eski dinlerine de geri dönmeye başlıyor. Çünkü çok sayıda din değiştirerek canını kurtarmış ermeni var. Kültürel ve dini hafıza geri döndü. Sümela Manastırında Rumlar ayin yapıyorlar ve hiçbir şey olmuyor. Kıyamet kopmuyor. Dünya kadar yayın, dünya kadar yazılı ve görsel çalışma üretilmeye başlandı. Bilimsel ve akademik hafıza geri dönüyor. Ragıp Zarakolu 77 de Belge yayınlarını kurdu ve Türkiye’de artık var olmayan zenginlikleri ortaya çıkarmış, onları tanıtmak için elini taşın altına koymuştu. Şimdi hapistedir, kendisine selam olsun. İsmail Beşikçi var, Mehmet Emin Bozarslan var, Taner Akçam var… Bunun gibi akademinin bu işe el attığını ve 2002 den sonra iyice sıklaştığını görüyoruz. 2005 teki osmanlı ermenileri konferansı yapıldı ve arkası geldi. Eskiden yurtdışında yapılabilirdi bunlar. Ama İstanbul, Ankara’da da yapılıyor, hatta artık Diyarbakır’da yapılıyor. Bütün bunlar Türkiye’nin hafızasının hızla geri gelmekte olduğunu gösteriyor ve bu geri dönüş Kıbrıs’a, Yunanistan’a da yansıyacaktır. Daha yapacak çok iş var” diyerek Hrant Dink’in “Ne inkâr ne ikrar, önemli olan idraktir” sözlerini anımsatan Aktar, konuşmasını “umuyorum bunların arkası da gelecektir” sözleriyle noktaladı.