Tek adamlığa ya da tek bir lidere değil, liderliğe ihtiyacımız var

CTP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı adayı Erhürman, Cumhurbaşkanlığı makamının yetişmiş, geniş kadrolarla yapacağı liderliğin önemine işaret etti.

Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı adayı Tufan Erhürman, hem müzakerelerde, hem dışa açılma konusunda, hem de içerideki işlerimiz konusunda, kısacası her alanda liderliğe ihtiyacımız olduğunu vurguladı. KIBRIS Gazetesi köşe yazarı Hasan Hastürer’in sorularını yanıtlayan Erhürman, “Lider demiyorum, liderlik diyorum. Çözüm odaklı çalışacak, Türkiye’yle, Avrupa’yla, Güney’le, Dünya’yla iletişim kuracak, siyasi ya da kişisel kutuplaşmaları ortadan kaldıracak, gerektiğinde hükümetle muhalefet ya da sivil toplum arasında köprü görevi üstlenecek, en temelde toplumun vicdanının sesi olacak, toplumun kendini güvende hissetmesini, özgüvenini koruyup geliştirmesini sağlayacak, kimliğimizi, kültürümüzü, varlığımızı geleceğe taşımak konusunda öncülük edecek bir liderlik” dedi. Erhürman, tek adamlık ya da tek bir lider değil, liderlikten söz ettiğini vurguladı.
KKTC’de Cumhurbaşkanlığı makamının önemine işaret ederek özetle şöyle dedi: “Cumhurbaşkanlığı makamı her şeyden önce, Birleşmiş Milletler seviyesinde toplum liderliği sıfatıyla Kıbrıs Rum lideriyle eşit koşullarda müzakerecilik makamıdır. Kıbrıs Türk halkının dış dünyayla ilişkilerinde çoğu zaman tek yetkili makam konumunda durmaktadır. Anayasa’ya göre, yürütme yetki ve görevi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirilmektedir. Yani Cumhurbaşkanlığı makamı aynı zamanda yürütmenin iki bacağından biridir. Hükümetlerin son derece kısa ömürlü olması ve bu bağlamda yürütmenin hükümet bacağında oluşan istikrarsızlık, yürütmenin diğer bacağı olan ve koalisyon ortaksız, kesintisiz beş yıllık görev süresine sahip Cumhurbaşkanlığı’nın yürütmedeki işlerde liderlik etmesini bence kaçınılmaz kılıyor. Tek adamlık ya da tek bir lider değil, liderliktir. Cumhurbaşkanlığı makamının yetişmiş, geniş kadrolarla makam olarak yapacağı liderliktir.”

SORU: Kıbrıs sorunu bunca yıldır neden çözülmedi? Statükonun benimsenmesi çözüme engel mi?

ERHÜRMAN: Kıbrıs sorunu bir yanıyla, geleceğini bu adada kuran herkesle birlikte iki kurucu toplumun, bu adada kendilerini güvende hissederek, bir yandan kimliklerini korurken diğer yandan da ortak çıkarlar için birlikte hareket etmeyi bilerek, adanın olanaklarını adil bir biçimde paylaşarak, barış içinde, özgürce yaşayabilmesini sağlayacak zemini bulma sorunudur. Bu, sorunun toplumlar arası boyutudur. Ama mesele hiçbir zaman bundan ibaret olmamıştır. Kıbrıs sorunu, diğer yanıyla da her zaman bir uluslararası sorun olmuştur. Kıbrıs adası Doğu Akdeniz’dedir. Doğu Akdeniz dünyanın güçlü ülkeleri açısından her zaman için önemli bir bölge olmuştur ve bu, son zamanlarda bölgede yaşanan gelişmeler izlendiği zaman görülebileceği gibi bugün de böyledir. Dolayısıyla bunca yıl süren müzakerelere karşın sorunun çözülememiş olmasını her iki boyutu dikkate alarak açıklamaya çalışmak gerekir. 1960’ta kurulan Cumhuriyet, Kıbrıslı Rumların önemli bir kısmı tarafından daha o tarihte, adadaki “sayısal çoğunluğa” yönelik bir “haksızlık” olarak algılanmıştır. 1960 hukuki çerçevesinin değiştirilmesi yönündeki girişimler bunun ispatıdır. Daha sonra masada Türk tarafınca ortaya konulan iki bölgeli federasyon tezinin de Kıbrıslı Rumların önemli bir kısmı tarafından “zor” ya da sıkıntılı, aslında onlarca verilmiş bir “ödün” olarak algılandığı bilinmektedir. 2004’te, yıllarca süren müzakerelerden süzülen temel ilkelerden hareketle oluşturulmuş Annan Planı’na büyük bir çoğunlukla “hayır” denmiş olması da aslında bu algının varlığının ispatıdır. Kıbrıslı Rumların yöneticilerinin bu yöndeki düşünceleri hemen her zaman “zamanın kendi lehlerine işlediği” algısıyla desteklenmiştir. Bu, en son 2004 sürecinde net bir biçimde görülmüştür. “Kıbrıs sorunu çözülmeden Kıbrıs Cumhuriyeti AB’ye üye olamaz” cümlesinin uluslararası alanda “Kıbrıs sorunu çözülmeden de Kıbrıs Cumhuriyeti AB’ye üye olabilir” cümlesine evrilmesi, Kıbrıslı Rumların önemli bir kesiminde, AB’yi arkalarına alarak sorunu kendi istediklerine çok daha yakın bir biçimde çözebilecekleri, yani “zamanın kendi lehlerine işleyeceği” algısını pekiştirmiştir. Adanın etrafındaki zenginlikler konusunda yaşanan gelişmeler bu düşünceyi pekiştiren ikinci unsurdur. Kıbrıs Rum tarafının, Annan Planı referandumlarından önce, 2003’te, deniz yetki alanlarıyla ilgili girişimlerini ilerletme çabası içerisine girmiş olması dikkat çekicidir. O tarihten bugüne, uluslararası alanda güç sahibi pek çok devletle anlaşmalar imzalanmış ve başta AB olmak üzere, uluslararası alanda güç sahibi devletlere adanın üzerinde ve çevresinde tanınan olanaklar aracılığıyla zaman içinde Kıbrıslı Rumların istediğine çok daha yakın bir çözüm formülüne ulaşılabileceği, yani bir kez daha “zamanın lehlerine işleyeceği” algısı yerleşmiştir. “Mesele aslında ‘siyasi eşitlik’” Kısacası, Kıbrıs Rum toplumunu yönetenlerin önemli bir kısmında müzakereler tarihi boyunca hakim olan temel sıkıntı “sayısal olarak açık çoğunluğa” sahip toplumun iradesiyle Kıbrıs Türk toplumunun iradesinin siyasi düzeyde de olsa eşitlenmesidir. 1960’ta da, Annan Planı’nda da, süreç boyunca federasyon çözüm formülünde de temel mesele aslında “siyasi eşitlik” meselesidir. Ve bu meselenin halledilebilmesi için zaten devrede olan sorunun uluslararası boyutu adeta içeriden çağrılarak daha da fazla belirleyici hale getirilmiştir. Kıbrıs Türk halkının varoluş mücadelesi tarihi de benim gözümde aslında tam da bu noktada yoğunlaşmaktadır. Kıbrıs Türk halkının kimliğini, kültürünü, varlığını korumasının ve geleceğe taşımasının yolu bu adada siyasi düzeyde eşit iki kurucu ortaktan biri olarak siyasi iradesini etkili kılmak yani “özne olmak”tır. Aslında sizin statüko diye tanımladığınız sürer durumu savunan Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türklerin hepsi “zamanın kendi lehlerine işleyeceği” ve statüko bir süre daha korunursa, onun değişeceği an geldiğinde ortaya çıkacak yeni durumun kendi istediklerine çok daha yakın bir noktada oluşacağı varsayımıyla hareket etmişlerdir. Oysa büyük resme doğru yerden bakıldığında, zaman aslında ne Kıbrıslı Türklerin ne de çoğu zaman sanıldığı gibi Kıbrıslı Rumların lehine işlemektedir. Evet Kıbrıslı Rumlar BM ve AB üyesi, tanınmış bir devleti kendi anayasalarına aykırı biçimde Kıbrıslı Türkler yok sayılarak yönetmektedirler. Ancak büyük resme bakıldığında, bugün yaşanan gelişmeler de göstermektedir ki kendi iradelerini Kıbrıs Türk halkının iradesine hakim kılma, Kıbrıslı Türklerin iradesinin siyaseten eşit olarak kabul edilmesini engelleme çabaları, Kıbrıs Rum halkının iradesini ve özne olma pozisyonunu da aşağıya çekmektedir. Bugün Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmeler, güneye Fransız savaş uçaklarının inmesine, İsrail’e ait savaş helikopterlerinin buralara gelmesine, Türkiye’ye karşı bölgede bir “Avrupa filosu” kurulması çağrılarına kadar varmış durumdadır. Adanın etrafındaki kaynakların barış ortamında ve verimli bir biçimde kullanılması an itibarıyla var olan durumda mümkün değildir ve Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin parametreler daha da karmaşıklaşmış durumdadır. Görülmesi gereken şudur: Zaman, sanıldığının aksine Kıbrıslı Rumların lehine işlememektedir. Kıbrıslı Rumların iradesinin Kıbrıslı Türklerin iradesine hakim kılınması çabaları Kıbrıslı Rumların iradesini de azaltmakta ve gün be gün uluslararası güçlerin eline daha fazla geçmesine yol açmaktadır. Zaman kimilerinin sandığının aksine Kıbrıslı Türklerin de lehine işlememektedir. Çünkü süreç içerisinde Kıbrıslı Türklerin pek çok nesli sosyal ve ekonomik kalkınmanın önündeki engeller aşılamadan ve uluslararası alanda hak edilmiş pozisyon elde edilemeden, yani kendilerini gerçekleştirme olanağına sahip olamadan etkinlik ve hatta yaşam sürelerini tamamlamaktadır ki bu herhalde hiçbirimizi mutlu etmemektedir.

Buralardan bakıldığında aklın yolunun bir olduğu açıktır. Adanın etrafındaki zenginliklerle de ilintili olarak Doğu Akdeniz’de yaşanan gelişmelerin, bu bölgede tüm gerçek tarafların hak ve çıkarlarının meseleleri adil paylaşım, çözüm ve barış perspektifiyle ele almasını gerektirdiği görülmektedir. Kıbrıs Rum tarafı da zamanın sandıklarının aksine lehlerine işlemediğini, Kıbrıs Türk halkının iradesini iki kurucu ortaktan birinin siyaseten eşit iradesi olarak kabul etmeme inadından bir an önce vazgeçmeleri gerektiğini anlamak durumundadır.

SORU: Kuzey Kıbrıs’ta neredeyse tüm sorunlar Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğüne bağlanır. Çözüm olursa tüm sorunlar bitecek mi?

ERHÜRMAN: Pek çok sorun Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünden de etkilenir ama tüm sorunların Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğüne bağlanması doğru değildir. Benzer biçimde çözüm olursa pek çok sorunun çözümünün kolaylaşacağı doğrudur ama tüm sorunların kendiliğinden biteceği doğru değildir. Mesela ülkede yapılması gereken pek çok orta ve uzun vadeli işin yapılmasını engelleyen hükümet kaynaklı yürütme istikrarsızlığı sorununu doğrudan doğruya Kıbrıs sorunuyla ilişkilendirmek mümkün değildir. Kıbrıs Türk halkını sosyal ve ekonomik kalkınma alanında ileriye taşımak Kıbrıs sorununun çözümü halinde önümüze çıkabilecek pek çok yeni olanakla daha kolay hale gelebilir ama bu içinde bulunduğumuz koşullarda da atabileceğimiz pek çok adım olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Üstelik bu konuda atacağımız adımlar Kıbrıs sorununun çözümünü kolaylaştırabileceği gibi, çözüme ulaşılmasından sonra çözümün sürdürülebilir kılınması açısından da yaşamsal önemdedir. Çünkü iki toplumun federal bir çatıyı oluşturması da, onu sürdürülebilir kılması da sosyal ve ekonomik kalkınmışlık düzeylerinin birbirine mümkün olduğunca yakın olmasıyla fena halde ilgilidir. Bir an önce adil ve kalıcı bir çözüme ulaşma çabasını aralıksız sürdürürken, eş zamanlı olarak dünyaya açılma ve halkımızın sosyal ve ekonomik kalkınmışlık düzeyini ileriye taşıma çabalarımızı da duraksamaksızın sürdürmek zorunda olduğumuzdur. Müzakere masasındayız diye dünyaya açılma ve sosyal ve ekonomik kalkınma çabalarımızı durdurmak, yalnızca birilerinin “zamana oynama” çabalarının esiri olmak sonucunu doğurmaz, aynı zamanda bizi çözüme hazırlıklı olmaktan ve çözüme ulaşıldıktan sonra o çözümü sürdürülebilir kılmaktan da uzaklaştırır. Pandemi dolayısıyla yaşanan gelişmeler bize sağlıkta ve eğitimde ciddi alt yapı ve sistem eksikliklerimiz olduğunu, yaşanan trafik kazaları ve can kayıpları oralarda da alt yapıya ve sisteme dair sorunlarımızı aşamadığımızı gösteriyor. İşsizliğe ve gençlerimizin göçüne ilişkin sorunlarımız, eğitimi doğru dürüst planlayamadığımızı, çalışma hayatını düzenleyemediğimizi ortaya koyuyor. Ekonomide ciddi bir kayıt dışılık sorunu var. Turizmi ve yükseköğretimi bugünkü koşullarda da daha nitelikli hale getirmemiz mümkün. Turizm sektöründen daha fazla kazanmamız ve kazandıklarımızı tabana daha fazla yaymamız da mümkün. Öncü sektörlerin diğer sektörleri peşinden daha fazla sürükleyeceği, turizm sektörüyle inşaat sektörünü birbiriyle daha fazla ilişkili kılan bir model oluşturabiliriz. Bilişim sektörü alanında atılacak doğru adımlar hem bu sektörü en önemli gelir kaynaklarımızdan biri haline getirebilir hem de dünyaya açılmamızı kolaylaştırabilir. Tüm sektörlerimizin doğru yönde gelişmesini etkileyecek şekilde çevrenin korunması ve geliştirilmesi yönünde adımlar atmak zorundayız. İnsan hakları, kültür sanat gibi alanlarda daha atmamız gereken çok adım var. Bunların pek çoğu için Kıbrıs sorunu çözülseydi bu alanlarda yapacağımız işler kolaylaşırdı demek mümkün. Ama hiçbiri için Kıbrıs sorunu çözülmeden buralarda hiçbir şey yapılamaz demek doğru değil. Bu kolaycılıktır ve çözüme henüz ulaşılamayan koşullarda “biz yapamayız”, “bizden bir şey olmaz” demek Kıbrıs Türk halkının özgüvenine zarar vermek demektir. Unutulmamalıdır ki bir halka yapılabilecek en büyük kötülük onun özgüvenini zedelemektir.

SORU: Kapsamlı çözümle ilgili çabalar devam ederken dışa açılma çabalarının da eş zamanlı olarak sürdürülmesi gerektiğini söylediniz. Bu mümkün mü?

ERHÜRMAN: Tabii ki mümkün. Kapsamlı çözüm için çabalar devam ederken, iki toplumu birbirine yakınlaştıracak, iki toplumun birlikte iş yapmasını sağlayacak, çözümün parçalarını oluşturacak hamlelerin de eş zamanlı olarak devrede olması gerektiğini söylüyorum. Bu süreç dinamik bir yaklaşımla ele alınmalı. Bu, hem masaya hapsolup zaman kaybetme konusundaki haklı endişemizin giderilmesi, hem de dinamik bir yaklaşımın çözüm sürecine ve çözüm sonrasındaki sürdürülebilirliğe sağlayacağı katkılar açısından önemli. Kimse bize “işte kapsamlı çözüm için çaba gösteriyoruz zaten. Doğrudan ticaret tüzüğünün geçmesi için de, sporcularınızın uluslararası alana açılabilmesi için de, Maraş’ın uluslararası hukuk çerçevesinde açılması için de, adanın etrafındaki doğal kaynaklar üzerindeki söz ve yararlanma haklarınız için de kapsamlı çözümü bekleyin” demesin artık. Bunu kabul etmeyiz. Biz siyasi eşitlik çerçevesinde bir an önce kapsamlı çözüme ulaşma konusundaki irademizde samimiyiz. Ama muhatabımız olan tüm taraflar da niyetlerinin bizi o sürece hapsetmek ve zamana oynamak olmadığı konusundaki samimiyetlerini göstermek zorundadırlar. Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nün geçmesi de, Yeşil Hat Tüzüğü’ndeki olanakların geliştirilmesi de, sporcularımızın dış dünyaya açılabilmesi de, Maraş’ın açılması da, Kıbrıslı Rumlarla Kıbrıslı Türklerin bir ortak üniversiteyi, bir ortak hastaneyi, belki bir ortak havalimanını birlikte yönetmesi de, Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum iş insanlarının, sanayicilerin, turizmcilerin birlikte iş yapmasını teşvik eden, bunu organize eden düzenlemelerin yapılması da çözüm sürecini kesintiye uğratan değil, onu besleyen, sürece motivasyon katan dinamik uygulamalar olacaktır. Birleşmiş Milletler raporlarında zaman zaman söylendiği gibi, Kıbrıslı Rumları yönetenlerin bunları KKTC’nin tanınacağı endişesini mazeret göstererek engelleme girişimlerini kabul etmeyiz. Bu uluslararası kuruluşlarca da kabul edilmemelidir.

SORU: Türkiye ile ilişkilerimiz nasıl olmalı?

ERHÜRMAN: Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler başka herhangi iki devlet arasındaki ilişkilerle kıyaslanamayacak kadar özeldir. Bu ilişkilerin çok yoğun tarihsel, sosyolojik, kültürel, hukuksal temelleri vardır. Ve olması gereken, bu ilişkilerin doğru zeminde, en iyi düzeyde tutulmasıdır. Zemin doğru olmaksızın ilişkilerin çok iyi olması da, zemin doğru yerden oluşturulacak diye ilişki kurulamaması veya ilişkilerin kötü olması da anlamlı değildir. Türkiye için doğru zemin halkının iradesi olduğu gibi, bizim açımızdan da doğru zemin Kıbrıs Türk halkının iradesidir. Bu zemin Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm ilişkilerinde de, Kıbrıs Türk halkının tüm ilişkilerinde de aynıdır. AB ile ilişkilerde de, uluslararası kuruluşlarla ilişkilerde de, bizim için özel bir durum olan Kıbrıs Rum halkıyla ilişkilerde de doğru zemin Kıbrıs Türk halkının iradesidir. Siyasi eşitlik ilkesinden asla ödün vermeyecek olmamızın en önemli sebebi de budur. Kıbrıs Türk halkı, tüm halklar gibi, özgüvenini koruyarak, bu ülkede kendi iradesini özne kılarak, kendi kararlarını özgür iradesiyle vererek ve kendi kurumlarını, süreçlerini kendi kararları doğrultusunda yöneterek, kimliğini, kültürünü, varlığını geleceğe taşımak istiyor. Türkiye Cumhuriyeti açısından da burada özgüven ve irade sahibi bir halkın bulunmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu çerçevede ilişkilerin en iyi düzeyde tutulması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti’nin bize değil, bizimle konuşması, bizim de Türkiye Cumhuriyeti’ne değil, Türkiye Cumhuriyeti’yle konuşmamız, yani en iyi ve en sağlıklı düzeyde diyalog bunun en güzel yoludur.

SORU: Cumhurbaşkanı seçilmeniz için CTP oyları yetmez. Kazanmak için hangi seçmen kesiminden destek bekliyorsunuz?

ERHÜRMAN: Ben CTP Genel Başkanıyım ve CTP yetkili kurulları ile CTP’liler tarafından Cumhurbaşkanlığına aday gösterildim. Aday olduğum makam Cumhurbaşkanlığı makamı. Cumhurbaşkanı seçilebilmek için oy kullananların yüzde ellisinden fazlasının oyuna ihtiyacınız var. Bundan daha önemlisi, Cumhurbaşkanı seçilmeniz halinde halkın tamamının Cumhurbaşkanı olmak ve halkın tamamına hizmet etmek zorunda olmanız. Ben Kıbrıs Türk halkının bütün kesimlerinin Cumhurbaşkanı olmaya aday olduğuma göre, bütün kesimlerden destek bekliyorum elbette. Kıbrıs Türk halkının bölünmesi, parçalanması, ayrışması, hangi sebeple olursa olsun bir veya birkaç kesim öne çıkarılırken diğer kesim ya da kesimlerin görmezden gelinmesi asla kabul edeceğim bir şey değil. İradesini temsil edeceğiniz ve savunacağınız halk bir bütündür.

SORU: Statü endişesi taşımayan bir duruşunuz var. Bunun altında yatan düşünce yapısı nedir? Siyaset yaptığınız için mutlu musunuz?

ERHÜRMAN: Ben siyaseti bir mutluluk kaynağı olarak değil, bir görev, bir sorumluluk olarak gördüm her zaman. Görevin ve sorumluluğun da siyasetçiye halk tarafından verildiğine inanırım. Mutluluk siyasette ya da makamda aranacak bir şey değil. Mutluluğu ailemde, dostlarımda, sosyal çevremde, okumakta, yazmakta, üretmekte buldum. Ama tabii ki siyaset bir mutsuzluk kaynağı da değil. Görevinizi, sorumluluğunuzu yerine getirirken yaptığınız, ürettiğiniz işler halkınıza bir hizmet sunuyorsa, onun önünü açıyorsa, bundan elbette mutluluk duyarsınız. Ama orada da mutluluğun kaynağı makam falan değil, halkınıza hizmettir. Statü kaygım yok. Dahası, siyasetle uğraşanların bu kaygıdan mutlaka uzak durması gerektiğini düşünürüm. Halk görev ve sorumluluk verirse, onu bir statü olarak görmem, görevimi ve sorumluluğumu yerine getiririm. Eğer statü kaygınız varsa ve siyaseti bir statüye, bir makama sahip olmak için yaparsanız bu kaygı git gide hastalıklı hale gelip, hizmet etme amacını geri plana itebilir, hatta ortadan kaldırabilir. Bundan uzak durmak bence bir siyasetçinin halkına karşı en temel görevidir.